Romantizm, Anlatımcılık ve sanat.

Romantizm bir çok alanda sanatı etkilemiştir nitekim, fakat ben Romantizmi hem okuduğum kitabın ele alışı hem de ilgi alanım olan edebiyat ve şiire yönelik incelemeye çalışacağım.

Romantizmden önceki kuramlar genellikle sanat eserini açıklarken genel itibariyle sanat eserinin anlattıkları ve anlattıklarının okuyucu ve toplum üzerindeki etkileriyle ilgilenmişler. Burada es geçtikleri nokta bu işi yapan kişi yani sanatçı, kimisi sanatçıyı zanaatkardan farksız görmüş, edebiyatın ahlak bakımından kötü sonuçlar doğuracağına inanmış, kimisi edebiyatın evrensel olanı yansıtması gerektiğini düşünmüş, kimisi edebiyatın toplumu harekete geçirecek, bir ideolojiye yönelik ele alınması gerektiğini söylemiştir. Romantizm ise saydıklarımdan farklı olarak bireydeki duyguyu ele alarak, sanatçıyı işin merkezine almıştır. Sanatçının kendine özgü duygusunu daha detaylı ele alan kuram ise anlatımcılıktır. Sanat eseri yaratılırken var olan malzemelerin sanatçının duygu süzgecinden geçerek öznelleşmesiyle sanat eseri yaratılmalıdır deniliyor. Sanat dış dünyaya tutulmuş bir aynaydı daha öncekilerde, sanatçı da burada aynayı tutan kişiydi bir nevi bir fabrikada görev yapan bir işçiden farkı yoktu. Oysa Anlatımcılıkta sanatçı bir dahi olarak görülüp önemli bir yere oturtulmuştur. Çünkü önemli olan eser yaratılırken genel olan duygu değil sanatçıda ortaya çıkan yaratılmış duygudur. Ben bu durumu kendim okuduğum eserlerden yola çıkarak açıklamaya çalışacağım;  Bir çok sanatçı ölümü ele almış ve ölümü ele alırken kendi özgünlükleriyle ölüme ayrı bir biçim çizmişlerdir. En eski çağlardan bu yana gelmiş bu duygu nasıl oldu da hala eski heyecanıyla sanat eserlerinde işlenebiliyor sorusuna bir cevaptır. Ölümün diğer kavramsal tanımlarından sıyırarak bir sanatçı tarafından doldurulması sanatçının ve sanatın gücünü göstermektedir. Örneğin Dostoyevski'nin Budala adlı eserinde ölümü ve umudu böyle tanımlıyor;

düşünsenize: ya işkence etseler? o zaman acı çekersin, yara bere içinde kalırsın, bedenin acıyla kıvranır. ama bütün bunlar ruhsal ıstıraptan uzaklaştırır seni. ölünceye kadar yalnızca yaralarının acısını hissedersin. ama asıl ve en büyük acı belki de yaralarının acısı değildir. en önemli olan, bir saat sonra, az sonra, on dakika sonra, biraz sonra, yarım dakika sonra, biraz sonra, o anda ruhunun bedeninden ayrılacağını, artık bir insan olmayacağını, bunun kesin olduğunu, en önemlisi de kesin olduğunu bilmendir. işte başını giyotinin altına koyuyorsun, kocaman bıçağın yukarıdan aşağı nasıl kayarak geldiğini duyuyorsun... işte saniyenin o dörtte biri olan süre en korkuncudur... biliyor musunuz, benim hayal gücümün ürünü değil bunlar. çoğu kimse aynı şeyi söylemiyor mu? buna o kadar inanıyorum ki, doğrudan açtım size düşüncemi. cinayet işlediği için bir insanı öldürmek, cinayetin kendisinden de büyük bir suçtur. mahkeme kararıyla öldürmek, eşkıyanın öldürmesiyle karşılaştırılamayacak kadar korkunçtur. haydutların gece ormanda veya başka bir yerde boğazına bıçak dayadıkları insanın içinde hâlâ bir kurtulma umudu vardır. son ana kadar kaçıp ya da yalvarıp kurtulabileceğini umar. oysa burada, bu umutla ölmek on kez daha kolayken, o son umudu da kesinlikle alırlar elinden. bir karar söz konusudur burada, kaçıp kurtulabilme olasılığı olmayan bir karar. içinde korkunç bir ıstırabın, dünyada eşi olmayan bir ıstırabın bulunduğu bir karar. savaşta bir eri getirip, topun namlusunun önüne koyup üzerine ateş edin. erin içinde hâlâ bir kurtulma umudu vardır. ama aynı ere ölüm cezasına çarptırıldığı kararını okuyun, ya aklını yitirir ya da ağlamaya başlar. insan doğasının buna aklını yitirmeden katlanabileceğini kim söylemiş? böylesine çirkin, yersiz, anlamsız bir hakarete ne gerek var? kendisine ölüm kararı okunup acı çektirildikten sonra 'hadi git, bağışlandın' denen biri vardır belki. işte o anlatabilir bize bunu... bu acıyı da, dehşeti de isa anlatmıştır. hayır, bir insana yapılacak şey değildir bu!"

Anlatımcılığa göre burada anlatılan ölüm duygusu genel ölüm duygusu ve diğer eserlerde işlenmiş ölüm duygusundan farklıdır. 

Romantizm ve anlatımcılık ile  birlikte edebiyat türlerinde de bir değişim meydana geldi.

''O zamana kadar tragedya ve epos baş köşeyi işgal ederken, lirik önemsenmez, hatta biraz hor görülürdü. Yansıtma kuramının doğal bir sonucudur bu değerlendirme. İnsan ilişkilerinde, topluma, dış dünyaya ayna tutan sanatın en iyi örnekleri anca bu türler olabilirdi. Ne var ki on sekizinci yüzyıl içinde lirik şiirin değeri yükselmeye yüz tuttu. Pindaros'un kasideleri ve Kutsal Kitap'daki kısa şiirler bir çok kimseyi lirik türe yeni bir gözle bakmaya sevketti ve şiirin doğuşunu, şiddetli ve ateşli duyguların ifadesinde aramak eğilimi güz kazandı. Nihayet romantikler gerçek şiiri, duygunun anlamı olarak aldıklarında, kısa, katıksız arı şiir gerçek sanatın en parlak örneği oldu.'' (Moren, Edebiyat Kuramları ve Eleştiri, İletişim Yayınları.)

Burada yazdıklarım Romantizm ve anlatımcılığın bendeki etkisine yönelikti. Daha geniş bir bilgi için araştırma yapmak şart.

Sanatı açıklamaya çalışan bir kuram; Yansıtma Kuramı.

 Burada ise Platon'un öğrencisi Aristoteles'in sanata bakışını ele alacağız.

Platon sanatçının idealar evrenindeki kopyanın kopyasını yaptığını söyleyerek, sanatçının gerçekçi olmayan bir yansıtma yaptığını söylemişti. Oysa Platon, sanatçının asıl hedefinin gerçekten olan şeyi değil, olabilir olanı, yani olasılık veya zorunluluk kanunlarına göre mümkün olan şeyi ifade etmektir.

Platon, sanatçının tek olanı yansıttığını ve dolayısıyla gerçeklik hakkında bilgi veremeyeceğini ve zaten şaire özgü bir bilgi alanı olmadığını iddia etmişti Aristoteles, şairin hayatı, insan yaşantısının anlamını bildiğini söylemek istiyor. Bir bakıma söz konusu olan insan psikolojidir. Onun için sanatçı, Platon'un sandığı gibi bizi gerçeklikten uzaklaştıran, sahte bilgiler sunan biri değil, bize hayatı açıklayan birisidir. (Moren, Edebiyat Kuramları ve Eleştiri, İletişim Yayınları.)

Bence Platon ve Aristoteles'i bu konuda ayıran en önemli nokta Platon'un sadece dış dünyaya yönelik düşünüp sanatçıyı dış dünyadan soyutlamasıdır. Oysa sanatçı dış dünyanın bir parçası ve dış dünyada büyük tecrübeler edinmiş birisidir, tecrübelerini iç dünyasıyla birleşip kendi gerçekliğini ortaya çıkarır.

Platon'un edebiyatın ahlaki yönü üzerine yaptığı yorumların aksine Aristoteles edebiyatın hem bilgi kazandıran hem de psikolojik olarak yararlı bir etki sağladığı görüşündedir.

Popüler Yayınlar

Dediği gibi...

Yazı , edebiyat, sinema vs gibi entelektüel uğraşlarla uğraştığım günden beri kendimle ve arkadaşlarımla konuştuğumda hep kendi olmak konusu...